İran İslam Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Bakhtiar Assadzadeh Sheikhjani İstanbul Aydın Üniversitesi’ne gelerek İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın’ın misafiri oldu. İstanbul Aydın Üniversitesi’nde düzenlenen Nevruz Kutlaması’na katılan Başkonsolos Sheikhjani, ardından Nevruz dolayısıyla Dr. Mustafa Aydın tarafından verilen kahvaltıya katıldı.

İAÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın, Nevrut Kutlaması’nda bir konuşma yaparak Nevruz’un bu coğrafyanın barış ve esenlik bayramı olduğunu ve Nevruz’u Nevruz gibi kutlayarak barışın Avrasya coğrafyasında hâkim kılmak gerektiğine işaret etti. Konuşmasında Türkiye ve İran’ın kardeşliğine de değinen Dr. Aydın, “Güçlü bir ekonomi için, başkalarının binlerce kilometre öteden gelip bölgemize şekil vermesini istemiyorsak dijital çağa ayak uydurmamız gerekiyor. Bölgemizde planları olanlara her şeyi söyleyebiliriz. Ancak gelişme lafla olmuyor. Çalışmaya ihtiyacımız var. Güçlü olmak için global dünyayla entegre olmamız şart. Ancak kendi kültürümüzden de kopmamamız lazım. Yoksa kimliksizleşiriz. Batı’nın bu coğrafya için yaptığı planlar da kimliksizleştirme üzerinedir. İran ile Türkiye’nin kardeşliğini yükseltmek de bizim elimizde. Bunun için de çalışkan olmak ve kendi kimliğimizden kopmadan dünyayla entegre olmamız şart” değerlendirmesinde bulundu.

İran İslam Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Bakhtiar Assadzadeh Sheikhjani ise İran’ın Türkiye’de öğrenim gören öğrencilerinin hepsinin İran’ın birer temsilcisi olduğunu söyleyerek, “Türkiye ile gerçekleştirdiğimiz bu iş birliklerinden çok memnunuz. Geliştirilmesi için yapılabilecek her şeye hazırız. Öğrencilerimizin hepsiyle ayrı ayrı gurur duyuyoruz. İran ile Türkiye arasındaki kardeşlik ve iş birlikleri için bu gibi etkinlikler büyük önem taşıyor. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz” dedi.


Consul General of Islamic Republic of Iran in İstanbul Bakhtiar Assadzadeh Sheikhjani has visited İstanbul Aydın University. Attending Nowruz activity where was held in IAU, General consul has also attended breakfast which was organized by Dr. Mustafa Aydın.

During the conference President of Dr. Mustafa Aydın has expressed “Nowruz is a festival that heralds peace and spring for this geography.” Pointed out the relation between Turkey and Iran Dr. Aydin” ın order to have a strong economy, we have to catch digital developments. Actions speak louder than words. We need to work harder. In order to be strong, we have to be adapted to the World. However, we shouldn’t be assimilated. Otherwise, we will have no identity. the West World has been planning on it. Improvement of the relation between two countries is in our hands. That’s why we have to be hardworking and be adapted to the World.”
Holding a floor at the conference Consul General of the Islamic Republic of Iran in Istanbul Bakhtiar Assadzadeh Sheikhjani “Iranian students who study in Turkey, is a representative of Iran. We are happy to have good relation with Turkey. We are ready to improve it. We are proud of our students. This kind of days means a lot for the relations between Turkey and Iran. I would like to thank everyone who put an effort to organize this day.

 

 

 

 

İBN ŞÜHEYD

tarihinde yayınlandı Basın

İBN ŞÜHEYD
Ebu Amir Ahmed b. Abdilmelik b. Ahmed b. Şüheyd el- Eşcai el-Kurtubi (ö. 426/1035) Edip, şair ve devlet adamı.

382’de (992) Kurtuba’da (Cordoba) doğdu. Soyu Gatafân kabilesinin Eşca‘ koluna dayanır. 162 (778) yılından önce Endülüs’e gelip yerleşen atası Şüheyd, Emevî yönetiminin yüksek seviyeli memurlarındandı. Oğlu Îsâ I. Muhammed zamanında (852-886) vezirlik yaptı. İbn Şüheyd’in büyük dedesi Şüheyd b. Îsâ, III. Abdurrahman döneminde vezirliğe getirilmiş (317/929), yine vezirlik yapan dedesi Ebû Ömer Ahmed 327 (939) yılında “zü’l-vizâreteyn” unvanını aldı. İyi bir edip olan dedesinden edebiyata ve şiire dair ilk dersleri alan İbn Şüheyd dedesi sayesinde Emevî idaresiyle yakın ilişki kurdu. et-Târîḫu’l-kebîr fi’l-aḫbâr ʿale’s-sinîn adlı eseriyle tanınan babası Ebû Mervân Abdülmelik de Âmirî Hükümdarı İbn Ebû Âmir el-Mansûr’a vezirlik yaptı ve uzun süre valilik görevinde bulundu. İbn Şüheyd, babasının 393’te (1003) vefatı üzerine Âmirîler’den Mansûr b. Ebû Âmir’in ve daha sonra onun oğulları Abdülmelik el-Muzaffer ile Abdurrahman el-Me’mûn’un himayesine girdi. İyi bir eğitim gördü; şiir, edebiyat, tarih, fıkıh, felsefe ve tıpla ilgilendi.

İbn Şüheyd’in hocaları hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Ancak eserlerinden Doğulu ve Endülüslü âlim ve şairlerin kitaplarını ve divanlarını okuduğu, bunlardan büyük ölçüde istifade ettiği anlaşılmaktadır. Aristokrat bir çevrede yetişmesi İbn Şüheyd’e devrin ileri gelen devlet ricâli, ilim adamı, edip ve şairleriyle tanışma ve onlardan faydalanma imkânı sağladı. Kurtuba sarayında düzenlenen ilmî ve edebî meclislere katıldı. Eski ve yeni şairlere ait divanları inceleyerek kültürünü geliştirdi. Özellikle edebiyat ve şiirde temayüz ederek çocuk denecek yaşta ünlü edip ve şairlerle yarışacak seviyeye ulaştı. Son hâmisi Abdurrahman el-Me’mûn, Emevî hilâfetinin merkezi Kurtuba’ya yaptığı saldırıda yenilip öldürüldüğünde henüz on yedi yaşında idi. İbn Şüheyd bu olaydan sonra Emevî hükümdarlarına karşı mesafeli davranmaya başladı. Aşırı hür düşünceli oluşu, gayri ciddi ve dine aykırı davranışları, alaycı ve keskin dili, edip ve şairleri insafsızca eleştirmesi gibi sebepler yüzünden Hammûdîler devrinde bir süre hapsedildi. Onun bu davranışları maddî sıkıntılarla karşılaşmasına, dost ve arkadaş çevresini yitirmesine yol açtı.

Âmirîler döneminde şeref pâyesi olarak kendisine verilen “sâhibü’ş-şurta” makamı dışında (İbn Bessâm eş-Şenterînî, I, 195) herhangi bir göreve getirilmeyen İbn Şüheyd’i, Hammûdîler’in 413 (1023) yılında Kurtuba’dan uzaklaştırılmasından sonra kırk yedi gün tahtta kalabilen Emevî Halifesi V. Abdurrahman (b. Hişâm) vezir olarak tayin etti (a.g.e., I, 50). V. Abdurrahman’dan sonra hilâfete getirilen Müstekfî-Billâh III. Muhammed (b. Abdurrahman), önceki halifeyi öldürtüp vezirlerini de hapsetmeye başlayınca sıranın kendisine geleceğini anlayan İbn Şüheyd, Kurtuba’yı terkederek Mâleka’da (Malaga) hüküm süren Hammûdî hânedanından Yahyâ b. Hammûd’a sığındı. III. Muhammed’in hilâfetten uzaklaştırılması üzerine 416 (1025) yılında Kurtuba’ya geri döndü. İki yıllık bir aradan sonra Emevîler’den III. Hişâm (b. Muhammed) halife olduğunda İbn Şüheyd’i kendisine danışman tayin etti. Son Emevî halifesi III. Hişâm’ın 422’de (1031) hilâfetten düşürülmesiyle İbn Şüheyd’in devlet yönetiminde üstlendiği görevler de son buldu. Hayatının son üç yılında edebî çalışmaların yanında Kurtuba’da düzenlenen ilim ve edebiyat meclislerine devam eden İbn Şüheyd 425 (1034) yılının başında felç oldu. Bu dönemde, hastalığının da etkisiyle Allah’a yönelerek tam bir teslimiyet ve tevazu içerisinde O’ndan mağfiret dileyen şiirler yazdı. 29 Cemâziyelevvel 426 (11 Nisan 1035) tarihinde vefat etti.

Kendisinden önceki şairlerin işlediği konuları onlardan farklı şekil ve ifadelerle ele alan İbn Şüheyd medih, hicâ, fahr, gazel, tasvir, risâ, mücûn, hamriyyât, zühd ve hikemiyyât gibi geleneksel temaları içinde yaşadığı zamana, çevreye ve çağının zevklerine uygun bir yaklaşımla yenilemiştir. Şiiri bir kazanç vesilesi veya bir eğlence vasıtası olarak değil sevinç, mutluluk, üzüntü ve kızgınlığını dile getirmek için kullanmıştır. Şiirlerinde zaman zaman mâna ve lafızlarla oynadığı ve okuyucuyu düşünmeye sevkettiği görülmektedir. Ancak İbn Şüheyd, şöhretini şiirinden çok edebî nesirlerine ve risâlelerine borçludur. Risâlelerinde kullandığı hayal içerikli hikâye üslûbu bu üslûbun Arap nesrinde görülen ilk örneklerindendir. Edebî tenkit ağırlıklı nesirlerinde daha çok kişileri ve hayvanları tasvir eden İbn Şüheyd’in nesriyle Câhiz’in nesirleri arasındaki benzerlik onun Câhiz’den etkilendiğini göstermektedir.

İbn Şüheyd mükemmel şiir ve nesrin ilkelerini tesbite çalışmış, bu ilkelerin dışına çıkan edip ve şairleri şiddetle eleştirmiştir. Ona göre şiir söylemek ve nesir yazmak, ezberlemek ya da öğrenmekle değil doğuştan gelen bir yetenekle mümkündür (Ahmed Dayf, s. 55; Zekî Mübârek, I, 330; II, 58). Bundan dolayı şiir ve nesir sanatlarını öğretenleri ve öğrenmeye çalışanları eleştirmiş (İbn Bessâm eş-Şenterînî, I, 240), fizikî özelliklerle yetenek arasında ilişki olduğunu söyleyerek insanın biyolojik yapısının düşünce sistemine de yansıdığını ispata çalışmıştır (a.g.e., I, 243).

Câhiliye döneminden kendi zamanına kadar olan şiirin her türünden faydalanan İbn Şüheyd, şiirin ve nesrin zamanın ve zevklerin değişmesiyle hissedilir bir değişim geçirdiğini belirtmiş (a.g.e., I, 237-238), edebî eleştiri konusunda ortaya koyduğu görüşlerde taklitçiliği şiddetle eleştirmiştir. Çalışmalarında Doğu’yu esas aldığından Endülüs’e has yeni bir edebî akıma karşı çıkmış, bu sebeple Endülüs’e özgü müveşşah türü şiire ve zecellere iltifat etmemiştir.

Eserleri. 1. Risâletü’t-tevâbiʿ ve’z-zevâbiʿ (Şeceretü’l-fükâhe). İbn Şüheyd bu eserinde cinler âlemine yaptığı hayalî bir seyahati anlatır. Züheyr b. Hümeyr adındaki cini vasıtasıyla Câhiliye döneminden kendi zamanına kadar gelen şair ve yazarların cinleriyle ilgi kurar, onlara şiir ve nesirlerinden parçalar okumak suretiyle üstünlüğünü tasdik ettirir. Bu arada dil, edebiyat, şiir, nesir ve edebî tenkit hakkındaki görüşlerini dile getirir; bu konulardaki görüşlerini savunur, hasımlarını alaya alarak onları tenkit eder. Cinleri vasıtasıyla önceki edip ve şairlerle yaptığı yarışma niteliğindeki edebî tartışmaları zikreder. İbn Şüheyd, bu eserini yazarken Câhiz’in Kitâbü’l-Ḥayevân ve Risâletü’t-Terbîʿ ve’t-tedvîr’inden, Bedîüzzaman el-Hemedânî’nin Maḳāmât’ı gibi eserlerden etkilenmiş olmalıdır. İbn Şüheyd kendisinden sonraki birçok edibe ilham kaynağı olmuştur. Risâletü’l-ġufrân’ında uhrevî âleme hayalî yolculuğunu anlatan Ebü’l-Alâ el-Maarrî ile (Karaaslan, s. 46-59) İlâhî Komedya’nın yazarı Dante Alighieri bunlar arasında sayılabilir. Risâletü’t-tevâbiʿden günümüze sadece İbn Bessâm’ın eẕ-Ẕaḫîre’de naklettiği bölümler ulaşmıştır (I, 245-281, 283-301). Butrus el-Bustânî, eẕ-Ẕaḫîre’deki bu parçaları bir araya getirerek müellif ve eseri hakkında yaptığı araştırma ile birlikte yayımlamış (Beyrut 1951, 1966, 1980), aynı parçaları Tevfîk Hamdî de neşretmiştir (Tunus, ts.). Risâletü’t-tevâbiʿi Elias Teres İspanyolca’ya (Barcelona 1956), James T. Monroe İngilizce’ye (Berkeley 1971) tercüme etmiştir. Risâle üzerinde Abdülazîz Şübeyl tarafından el-Binyetü’l-ḳaṣaṣiyye fî Risâleti’ṭ-ṭevâbiʿ ve’z-zevâbiʿ adıyla bir çalışma yapılmıştır (Tunus 1990). 2. Dîvânü İbn Şüheyd. Şairin çeşitli kaynaklarda dağınık halde bulunan şiirleri Charles Pellat (Beyrut 1964), Ya‘kūb Zekî (Kahire 1969) ve son olarak da Muhyiddin Dîb (Beyrut 1417/1997) tarafından derlenerek yayımlanmış, James Dickie, Ya‘kūb Zekî’nin derlediği divanı İspanyolca’ya çevirmiştir (Cordoba 1977). 3. Ḥânûtü ʿAṭṭâr (nşr. Muhammed b. Tâvît et-Tancî, Kahire 1951). İbn Şüheyd’in el-Ḥalvâ, el-Berd ve’n-nâr ve’l-ḥaṭab, Keşfü’d-dek ve îżâḥu’ş-şek adlı eserleri kaynaklarda zikredilmektedir.

İbn Şüheyd hakkında yapılan başlıca çalışmalar şunlardır: Charles Pellat, İbn Şüheyd el-Endelüsî: Ḥayâtühû ve ârâʾühû (Amman 1965); Hâzım Abdullah Hıdır, Ebû ʿÂmir b. Şüheyd el-Endelüsî: Ḥayâtühû ve edebühû (Bağdad 1984); İbn Şüheyd el-Endelüsî (Bağdad 1984); Mustafa Aydın, İbn Şüheyd ve Edebî Kişiliği (doktora tezi, 1992, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Abdullah Sâlim el-Mi‘tânî, İbn Şüheyd el-Endelüsî ve cühûdühû fi’n-naḳdi’l-edebî (İskenderiye 1994)

BİBLİYOGRAFYA :
İbn Şüheyd, Risâletü’t-tevâbiʿ ve’z-zevâbiʿ (nşr. Butrus el-Bustânî), Beyrut 1951, neşredenin girişi, s. 7-113; Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr, II, 41-58; Humeydî, Ceẕvetü’l-muḳtebis (nşr. Muhammed Tâvît et-Tancî), Kahire 1386/1966, s. 133-136; Feth b. Hâkān el-Kaysî, Maṭmaḥu’l-enfüs ve mesraḥu’t-teʾennüs fî müleḥi ehli’l-Endelüs, İstanbul 1302, s. 19-22; İbn Bessâm eş-Şenterînî, eẕ-Ẕaḫîre, I, 32, 191-336; İmâdüddin el-İsfahânî, Ḫarîdetü’l-ḳaṣr ve cerîdetü’l-ʿaṣr (nşr. Âzertâş Âzernûş), Tunus 1972, III, 555-561; Dabbî, Buġyetü’l-mültemis, s. 191-194; Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, III, 220-224; İbn Dihye, el-Muṭrib (nşr. İbrâhim el-Ebyârî v.dğr.), Kahire 1954, s. 158-163; İbnü’l-Ebbâr, İʿtâbü’l-küttâb (nşr. Sâlih el-Eşter), Beyrut 1406/1986, s. 201-203; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 116-118; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muġrib (nşr. Şevkī Dayf), Kahire 1953, I, 78-85; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVII, 501-502; Safedî, el-Vâfî, VII, 144-148; Makkarî, Nefḥu’ṭ-ṭîb, I, 356-362, 380-382, 621-623; III, 244-246, 358-362; R. Dozy, Historie de los musulmanes de espana, Madrid 1984, III, 274-278; Ahmed Dayf, Belâġatü’l-ʿArab fi’l-Endelüs, Kahire 1342/1924, s. 43-60; Zekî Mübârek, en-Nes̱rü’l-fennî fi’l-ḳarni’r-râbiʿ, Beyrut 1352/1934, I, 317-332; II, 58, 368-387; Brockelmann, GAL Suppl., I, 429; Ahmed Emîn, Ẓuhrü’l-İslâm, Kahire 1966, III, 210-215; Sezgin, GAS, III, 679-698; Şevkī Dayf, el-Fen ve meẕâhibüh, Kahire 1977, s. 321-324; Don Josê Manuel Continente Ferrer, “Consider Aciones en Terno a las Relaciones entre la Risālat al-Tawābi’ wa-l-zawābi’ de Ibn Šuhayd Y la Rīsālat al-Gufrān de al-Ma’arrī”, Actas de las jornadas de Cultura Arabe e Islamica (1978), Madrid 1981, s. 125-133; Abdülvehhâb b. Mansûr, Aʿlâmü’l-Maġribi’l-ʿArabî, Rabat 1403/1983, III, 51-63; Ömer Ferruh, Târîḫu’l-edeb, IV, 454-461; Hannâ el-Fâhûrî, el-Mûcez fi’l-edebi’l-ʿArabî ve târîḫih, Beyrut 1985, III, 68-89; İhsan Abbas, Târîḫu’l-edebi’l-Endelüsî, Beyrut 1985, s. 270-302, 334-340; a.mlf., “İbn Şüheyd el-Endelüsî ve Şârl Bella”, Ebḥâs̱, XIX/3-4, Beyrut 1966, s. 395-407; Nasuhi Ünal Karaaslan, Ebü’l-Alâ el-Ma’arrî, Erzurum 1989, s. 46-61; The Legacy of Muslim Spain (ed. Salma Khadra Jayyusi), Leiden 1992, s. 335-342; M. Abdülmün‘im Hafâcî, el-Edebü’l-Endelüsî, Beyrut 1412/1992, s. 612-617; Sâlihiyye, el-Muʿcemü’ş-şâmil, III, 404; Ahmed Heykel, el-Edebü’l-Endelüsî, Kahire 1994, s. 367-394; Abdülkerîm Halîfe, İbn Ḥazm el-Endelüsî, Beyrut, ts., s. 56-59; Ch. Pellat, “Ibn Hazm, Ibn Suhayd et la Poésie Arab”, al-Mulk, III, Cordoba 1963, s. 89-98; a.mlf., “Ibn Shuhayd”, EI2 (İng.), III, 938-940; James Dickie, “Ibn Šuhayd”, al-Andalus, XXIX, Madrid 1964, s. 243-310; a.mlf., “The Dīwān of Ibn Shuhaid al-Andalusī”, BSOAS, XXXV (1972), s. 144-145; Tevfîk Bekâr, “Cedeliyyetü’l-mümâşele ve’l-muḳābele fi’t-Tevâbiʿ ve’z-zevâbiʿ li’bn Şüheyd”, Mecelletü Dirâsât Endelüsiyye, sy. 3, Tunus 1410/1989, s. 71-80; Selîm Reyhân, “Fi’t-teʿâmül maʿa’t-Tevâbiʿ ve’z-zevâbiʿ li’bn Şüheyd ve teʿaddüdi revâfidihâ”, a.e., sy. 18 (1418/1997), s. 5-26; Yûnus Şenevân, “eṣ-Ṣûre ve mevzûʿâtühâ fî şiʿri İbn Şüheyd el-Endelüsî”, a.e., s. 27-47; Âzertâş Âzernûş – Mihrân Erzende, “İbn Şüheyd”, DMBİ, IV, 94-99.
Bu madde ilk olarak 1999 senesinde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 20. cildinde, 381-383 numaralı sayfalarda yer almıştır.

 

MÜVEŞŞAH

tarihinde yayınlandı Basın

MÜVEŞŞAH
Endülüs’te ortaya çıkan bir şiir türü.

Sözlükte “çift süslemeli gerdanlık; omuzdan koltuk altına kadar uzanan ve iki parçadan oluşan süslü kemer” anlamındaki vişâh kelimesinden türeyen müveşşah kelimesi “iki temel sanat unsurunu taşıyan şiir” demektir. Dönüşümlü olarak birbirini izleyen uzun beyitler ile kısa bentler halinde iki temel unsurdan oluşan tevşîh diye de adlandırılan bu tür, Endülüs’ün debdebeli ve coşkulu hayatına paralel biçimde III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış ve daha ziyade çalgı aletleri eşliğinde söylenen halk şarkılarına güfte olarak yazılmıştır. Bu şarkılar, Endülüs’ün sosyal hayatında önemli bir yer işgal eden edebiyat ve eğlence meclislerinde büyük rağbet görmüştür. Ayrıca müveşşah şairlerinin (veşşâh) halife, vali ve emîrler tarafından ödüllendirilmesi bu şiir türünün Endülüs’te yaygınlaşmasını hızlandırmıştır (Goldziher, s. 135; Mustafa eş-Şek‘a, s. 372). Gerçi Câhiliye devrinin ve daha sonraki dönemin Doğulu şairlerinden İmruülkays b. Hucr, Ebû Nüvâs, Ebü’l-Atâhiye, İbnü’l-Mu‘tez ve Dîkülcinn’in “musammat” adı verilen müveşşaha benzer bir tür şiir nazmettikleri rivayet edilmektedir (Ahmed Heykel, s. 147). Bu noktadan hareketle müveşşahın Doğu’da ortaya çıkıp Endülüs’e intikal ettiği ve orada gelişip yayıldığı kanaatini ileri sürenler olmuştur (İbn Ebû Usaybia, II, 72). Ancak araştırmalar İmruülkays’ın böyle bir şiir yazmadığını, adı geçen diğer şairlere nisbet edilen şiirlerin de başka şairlere ait olduğunu göstermiştir (Gomez, XXI [1956], s. 406-407). Ağırlık kazanan telakkiye göre müveşşah, İspanyol gezginci halk ozanlarının belli bir vezin ve kafiyeye uymadan kıtalar halinde okudukları aşk ve kahramanlık şarkılarının etkisiyle (Hannâ el-Fâhûrî, s. 810; İA, VIII, 867) Endülüs’teki Arap ve İspanyol kökenli halk arasında doğmuş, zaman içinde kendine has kurallara sahip olarak birçok yönden klasik Arap şiirinden farklı bir yapı ve nitelik kazanmıştır (İbn Haldûn, II, 1402; İhsan Abbas, s. 222).

İbn Haldûn ile birlikte (Mukaddime, II, 1403) bazı müellifler, müveşşahın III. (IX.) yüzyılın sonlarına doğru Mukaddem b. Muâfâ ve İbn Abdürabbih ile başladığını kaydediyorsa da günümüze ulaşan müveşşahlar, bu tür şiiri ilk defa Ubâde b. Mâüssemâ’nın (ö. 422/1031) yazılı hale getirdiğini ve bilinen kalıplarını onun düzenlediğini ortaya koymaktadır (İhsan Abbas, s. 230-231; Mustafa eş-Şek‘a, s. 373). İbn Mâüssemâ’nın çağdaşı Muhammed b. Ubâde el-Kazzâz da müveşşah türü şiirleriyle temayüz eden ilk şairlerdendir (İbn Haldûn, II, 1403). Ayrıca Şair Remâdî bu türün gelişmesinde etkili rol oynamıştır (Safedî, s. 20-21). Özellikle VI (XII) ve VII. (XIII.) yüzyıllarda müveşşahları ile ünlü birçok şair yetişmiştir. İbn Hayyûn, İbn Bakī, Ali b. Abdülganî el-Husrî, İbn Bâcce, Ebü’l-Abbas el-A‘mâ et-Tütîlî, İbn Sehl el-İsrâilî, İbn Dânyâl, İbnü’l-Vekîl, İbn Hâtime, Lisânüddin İbnü’l-Hatîb, İbn Zümrek, İbn Haldûn, İbn Zâkûr bunlardan bazılarıdır (Mustafa eş-Şek‘a, s. 372-375; İA, VIII, 867-868). VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında İbn Senâülmülk’ün müveşşahları vasıtasıyla Mısır’a, oradan Doğu’ya intikal eden müveşşah türünde Doğulu şairlerden “muzammen” denilen yeni bir müveşşah türü icat eden Safiyyüddin el-Hillî ile Selâhaddin es-Safedî, İbn Nübâte el-Mısrî ve İbn Hicce el-Hamevî gibi şairler de önemli eserler vermiştir.

Genellikle bir müveşşahta uzun beyitlerle mısralardan oluşan bentler dönüşümlü olarak birbirini izler. Müveşşahlardaki uzun beyitlere “kufl”, bir tek kufle “kafle” ve bir kaflenin her bir cüzüne “gusn” adı verilir. Bir kaflede cüz sayısı ikiden ona kadar olabilir. Bir müveşşahtaki kafleler cüz sayısı, kafiye ve vezin yönünden aynıdır ve cüzlerinin kafiyeleri birbirine benzer. Müveşşahlar genellikle kafle ile başlar ve kafle ile sona erer. Kafle ile başlayan müveşşaha “tam müveşşah” adı verilir ve toplam altı kafle içerir. Kısa bent ve kıtalarla başlayan müveşşaha da “akra‘ müveşşah” denilir ve beş kafle içerir.

Müveşşahın girizgâhını teşkil eden kafleye “matla‘” (mezhep, merkez), kafleleri izleyen ve mısralardan oluşan kıtalar halindeki bentlere de “devir” adı verilir. Devri teşkil eden her mısra “sımt” diye anılan birkaç cüzden meydana gelir. Bir müveşşahta genellikle beş devr bulunur. Devrler vezin ve cüz (sımt) sayısı bakımından benzeşirse de her bir devir farklı kafiye düzenine sahip olabilir. Müveşşahta bir devirle onu takip eden kafleden oluşan ikili kombinezona beyit adı verilir. Bütün müveşşahın özeti durumundaki son kafleye “harce” (çıkış) denir. Harcesi olmayan şiir müveşşah saYılmaz (Mustafa eş-Şek‘a, s. 377). Harce şair, kadın, genç, kuş, saray, savaş veya zafer gibi maddî veya mânevî bir varlığın dilinden söylenir. Şair bu kısımda dinleyicilerin dikkatini çekecek önemli şey söyleyemezse başka bir şairin şiirinden iktibasta bulunur (İA, VIII, 866).

Müveşşahlar başlangıçta gramer kurallarına uyularak fasih Arapça ile söylenirdi. Daha sonra halk tarafından kolayca anlaşılmasını sağlamak ve şiire müzikal bir hava vererek dinleyicilerin ilgisini çekmek için bazan harcelerde halk dilinde yaygın Arapça, Latince ve İspanyolca kelime ve deyimler kullanılmıştır (Nicholson, s. 417; Ahmed Heykel, s. 138). Bu tür harceye “harce zeceliyye” (harce âmmiyye) denir. Tamamı fasih Arapça olan harceye ise “harce muarrebe” adı verilir (İhsan Abbas, s. 232-235; Ömer Ferruh, IV, 433-437; Mustafa eş-Şek‘a, s. 372-377; İA, VIII, 866-868).

Kafiye düzeni harflerle gösterilen bir müveşşahın kısımları şu şekilde sıralanabilir:

Müveşşahın genel yapısı böyle görünmekle beraber (Mustafa eş-Şek‘a, s. 379) tür olarak kesin kurallarla tesbit edilmediğinden değişik konu ve yapılarda müveşşahlar da mevcuttur. Meselâ İbn Senâülmülk’ün bir müveşşahı yukarıdaki örnekten farklı olarak şöyle görünür (İA, VIII, 867):

Ebü’l-Abbas el-A‘mâ et-Tütîlî ise müveşşaha daha canlı ve ritmik bir hava vermek için mısraları kısaltmıştır.

Müveşşahların aruzun on altı bahrine tatbik edilmiş 146 örneği olduğu belirtilir (Ömer Ferruh, IV, 427; İA, VIII, 867). Ayrıca müveşşahlarda klasik bahirlerin dışında kalan 174 tâli vezin tesbit edilmiştir (DİA, III, 431).

Müveşşahlar bestelenip telli çalgılar eşliğinde söylenen şarkılara güfte olduğundan işlenen konular da bu amaca uygundur. Müveşşahların Endülüs’te yaygın biçimde söylenmesindeki asıl sebep halkın gazel, içki ve eğlenceye olan düşkünlüğüdür. Bundan dolayı V. (XI.) yüzyıl sonlarına kadar müveşşahlarda sadece medih, hamriyat ve gazel konuları işlenmiştir. Zaman içinde tabiat tasviri, kutlama, zühd, tasavvuf, mersiye ve hiciv konularına da yer verilmiştir. Müveşşah genellikle gazelle başlar, medih ve diğer konularla devam eder ve yine gazelle son bulur. Bu tür şiirde zühd ve tasavvuf konuları ilk defa Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından işlenmiştir.

Endülüs müveşşahı İbrânî şiirini etkilemiş olup bu edebiyatta da müveşşahları ile ünlü yahudi şairleri yetişmiştir. Aynı şekilde Endülüs müveşşahı İran şiirini, İran şiiri de Türk şiirini etkileyerek müstezad şeklinin, Kastilya halk şiirinde ise “villancico” denilen türün doğmasına kaynak teşkil etmiştir.

Müveşşahla ilgili İbn Senâülmülk Dârü’ṭ-ṭırâz fî ʿameli’l-müveşşeḥât (Dımaşk 1949), İbnü’l-Vekîl Ṭırâzü’d-dâr, Lisânüddin İbnü’l-Hatîb Ceyşü’t-tevşîḥ (Tunus 1967), Nevâcî ʿİḳdü’l-leʾâl (ʿuḳūdü’l-leʾâl) fi’l-müveşşeḥât ve’l-ezcâl (nşr. Abdüllatîf eş-Şihâbî, Bağdat 1982) ve Martin Hartmann, Das Muvassaḥ (Weimar 1897) adlı eserleri kaleme almışlardır.

BİBLİYOGRAFYA :
İbn Bessâm eş-Şenterînî, eẕ-Ẕaḫîre, I, 469; İbn Ebû Usaybia, ʿUyûnü’l-enbâʾ, Kahire 1882, II, 72; Safedî, Tevşîʿu’t-tevşîḥ (nşr. Elbîr Habîb Mutlak), Beyrut 1966, s. 20-43; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1983, II, 1402-1417; Hannâ el-Fâhûrî, Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî, Beyrut 1960, s. 805-817; I. Goldziher, A Short History of Classical Arabic Literature, Berlin 1966, s. 135-137; R. A. Nicholson, A Literary History of the Arabs, Cambridge 1969, s. 415-417; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî, Beyrut 1974, III, 172-179; İhsan Abbas, Târîḫu’l-edebi’l-Endelüsî, Beyrut 1978, s. 216-279; Şevkī Dayf, el-Fen ve meẕâhibüh, Kahire 1978, s. 450-455; Ömer Ferruh, Târîḫu’l-edeb, IV, 421-450; Mustafa eş-Şek‘a, el-Edebü’l-Endelüsî, Beyrut 1983, s. 371-463; Ahmed Heykel, el-Edebü’l-Endelüsî, Kahire 1985, s. 138-153; J. V. Hammer-Purgstall, “Notice sur les muwashshahāt et les ezdjāl”, JA, VIII (1893), s. 153-162; E. G. Gomez, “Una Pre-Muwaššaḥa, atributad a Abū Nuwās”, al-Andalus, XXI, Madrid 1956, s. 406-414; Hüseyin Nassâr, “el-Müveşşaḥât fi’l-ʿaṣri’l-ʿOs̱mânî”, Buḥûs̱ü Külliyyeti’l-luġati’l-ʿArabiyye, I/1, Mekke 1401-1402, s. 163-170; F. Corriente, “Again on the Metrical System of Muwaššah and Zajal”, JAL, XVII (1986), s. 34-49; İnci Koçak, “Endülüs Şiiri”, Araştırma, XIII, Ankara 1991, s. 417-423; S. M. Stern, “el-Müveşşahu’l-Endelüsiyyü’l-ḳadîm”, ed-Dirâsâtü’l-İslâmiyye, XXVI/1-2, İslâmâbâd 1991, s. 225-238; D. Gil, “The Muwaššaḥ”, IOS, XI (1991), s. 137-159; J. A. Abu Haidar, “The Muwashshaḥāt: are they a Mystery?”, al-Qantara, XIII/1, Madrid 1992, s. 63-81; a.mlf., “The Arabic Origins of the Muwashshahāt”, BSOAS, LVI/3 (1993), s. 439-458; Mustafa el-Gadîrî, “el-Müveşşaḥâtü’l-Endelüsiyye”, Mecelle Dirâsât Endelüsiyye, sy. 13, Tunus 1995, s. 37-54; Süleyman Attâr, “Dirâse fî neşʾeti’l-müveşşaḥâti’l-Endelüsiyye”, Mecelletü’l-Maʿhedi’l-Mıṣrî, XXIX, Madrid 1997, s. 47-295; A. Yaşar Koçak, “Endülüs Muvaşşahaları”, Nüsha, I/3, Ankara 2001, s. 111-118; Moh. Bencheneb, “Muveşşah”, İA, VIII, 866-868; G. Schoeler, “Muwashshaḥ”, EI2 (Fr.), VII, 811-814; Nihad M. Çetin, “Arûz”, DİA, III, 431.
Bu madde ilk olarak 2006 senesinde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 32. cildinde, 229-231 numaralı sayfalarda yer almıştır.

 

DR. AYDIN: “EĞİTİMDE DEĞİŞİMİ YAKALAYAMAYAN ÇAĞIN GERİSİNDE KALIR” Çankırı’da Yeni Gün-22.09.2017-s 2

Dicle Üniversitesi’nde “Dünya Üniversitesi Olma Vizyonu Üzerine” başlıklı bir konferans veren İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın, eğitimdeki değişimi yakalayamayanların, çağın gerisinde kalacağını söyledi. Eğitimde hedeflerin neler olması gerektiğini de sıralayan Dr. Mustafa Aydın, şöyle konuştu: “Eğitim, en az bir yabancı dil bilen, araştıran, sorgulayan, üreten, kendini yenileyen, katılımcı, bağımsız düşünebilen, iletişim becerileri yüksek, sosyal olarak kendini tanıyan, çözüm üretebilen, yenilikçi, girişimci, toplumsal sorumluluğun bilincinde insanlar yetiştirecek bir şekilde dizayn edilmelidir. Hayali, umudu ve hırsı olan, hedefi ve özgüveni ile fark peşinde koşan insan kaynakları üretmelidir. Unutulmamalıdır ki insan yarattığı fark kadar vardır. Doğru eğitimden geçen insanlar, hata yapmaktan korkmayan, disiplinli ve planlı, köklerinden kopmadan dünyayı kucaklayan, dünyanın her yerinde mesleğini icra edebilen, dünyaya entegre, ülkesinin, dünyanın sorunlarında haberdar ve çözüm odaklı insanlar olmalıdır.”

Sözlerini öğrencilere çeşitli tavsiyelerle tamamlayan Dr. Aydın, “Hiçbir zaman yetinmeyin. Hep daha fazlasını arayın. Arayan değil, aranan insanlar olun. Mazeret değil marifet üretin. Ayrımın yeni ayrımları doğuracağını, aklın zekayı kontrol ettiğini aklınızdan çıkarmayın. Kararsız olmaktan kaçının. Unutmayın ki en kötü karar dahi kararsızlıktan iyidir.” ifadelerini kullandı.

Öte yandan Diyarbakır’da özel bir televizyon kanalına da konuk olan Dr. Aydın, Yaşar İçen ve Vedat Kızıl’ın sorularını yanıtladı. Eğitimin akşamdan sabaha değişen bir özelliğinin olduğunu hatırlatan Dr. Aydın, “Eğer sizler bu değişimi yakalayamazsınız, çağı yakalamak şöyle dursun, geriye doğru gidersiniz. Bu yüzden çağın ötesinde bir eğitim metodolojisini öğrencilerimize aktarmak zorundayız.” diye konuştu. Dr. Aydın, Diyarbakır’a vakıf üniversitesi kurmak hedefinin tekrar altını çizerek, “Burada siyasi erke de iş düşüyor. Ayrım yapmaksızın tüm siyasi çevreler bu düşünceye el vermelidir.” dedi.

İNTERNETTE BİLGİYİ TÜKETİYORUZ – Ekovitrin-01.11.2017-s. 99

İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın, TARMER’in toplumsal problemleri çözme gayretinin takdire şayan olduğunu ifade ederek, dijital dönüşümü günümüzün zaman zaman bir problemi zaman zaman bir kazanımı olarak değerlendirdiğini belirtti. “Her evde buzdolabı, televizyon, uydu, bilgisayar, mobil telefonlar vardır. Çünkü bu aletler çağın öngörmüş olduğu, bizlere ciddi katkılar sağlayan teknolojilerdir. Ama bunlar birçok problemi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla burada esas masaya yatırmamız gereken konu “teknolojinin insanlığa nimetlerinden istifade ederken insanlığa zarar veren yönlerini nasıl bertaraf edebiliriz?” sorusunu sormanın önemine dikkat çeken Dr. Mustafa Aydın, “böyle bir çağda elbette teknoloji ve dijital medyayı kullanacağız ancak beraberinde getirmiş olduğu zararları, olumsuzlukları bertaraf etmeyi de bilmeliyiz” dedi.

TİM’DEN İAÜ’YE EĞİTİM HİZMETLERİ ÖDÜLÜ – İstanbul-02.01.2017-s. 12

Hizmet ihracatı kavramını 2010 yılında ilk olarak İAÜ’nün gündeme getirdiğini hatırlatan İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın, yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi;

“Son dönemlerde hizmet ihracatı, ürün ve mal gibi ülkelerin ekonomisinde çok önemli bir yer tutuyor. Bilişim, eğitim, sağlık, eğlence, yazılım ve lojistik gibi hizmet sektörlerinde artık insanlar konseptlerini, düşüncelerini, akıllarını ve yazılımlarını ihraç ederek ülkelerine çok ciddi şekilde döviz girdisi sağlıyorlar. Bugün baktığınızda Türkiye olarak ortalama 140 milyar dolarlık bir ihracatımız var. Bu 140 milyar doların yaklaşık 50 milyar doları hizmet sektörü tarafından karşılanıyor. Her geçen gün daha da artması gerekiyor. O anlamda bizler de eğitim sektörü ve DEİK Eğitim Ekonomisi İş Başkanı olarak Türkiye’ye uluslararası öğrenci kazandırmak için üniversitelerimizle beraber uzun yıllardır çalışmalar yapıyoruz. Tabi İstanbul Aydın Üniversitesi bu konudaki çalışmalara en başta yürütüyor. Şu anda üniversitemizde 4 bin uluslararası öğrencimiz var. Her gelen öğrencinin hazırlık dahil 5 yıl okuduğunu varsayarsak eğer aslında 20 bin öğrenciye tekabül ediyor. Bu anlamda 20 bin öğrenci farklı alanlarda ülkeye ekonomik anlamda katkı sağlıyor. Çünkü bu öğrenciler aynı zamanda diğer sektörlere de yatırım yapıyorlar. Ev tutuyor kira ödüyor, perakende sektörüne ödeme yapıyor, turizm ve sağlık sektörüne de aynı şekilde kazandırıp ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar. Bir de bunun üzerine bu öğrencilerin kendi ülkelerine dönerken bu ülkenin fahri büyükelçileri ve Türkiye sevdalısı olarak dönmelerini de eklememiz lazım. Nereden bakarsanız bakın birçok anlamda yabancı öğrenciler Türkiye’ye ciddi anlamda katma değer sağlıyorlar. İAÜ de bu anlamda çok ciddi çalışmalar yapan üniversiteler arasında yer alıyor. Bu yüzden eğitim kategorisinde Sayın Başbakanımızın ve değerli bakanlarımızın katılımıyla TİM’in ödül töreninde biz de 2. sırada yer aldık. Bu aslında üniversitemizde bulunan herkesin başarısıdır.”

Aynı zamanda yurt dışındaki öğrencilerin neden eğitim için Türkiye’yi seçtiklerini de değerlendiren Aydın, “Uluslararası öğrenciler için Türkiye aslından bir cazibe merkezi. Hem coğrafi hem de kültürel ve tarihi olarak gerçekten değerli. Bunun yanı sıra Türkiye eğitim anlamında da artık dünyada diğer büyük ülkelerle rekabet edebilecek duruma geldi. Şu anda ilk 500’un arasında 15 kadar üniversitemiz mevcut. Bundan 10 yıl öncesinde bu rakam 1 ya da 2 idi. Bu başarıyı doğuran aslında birçok sebebimiz var. Yani Türk üniversitelerinin kaliteyi her gün biraz daha arttırmasının yanı sıra ulaşım ve yaşam kolaylığı ve Türk insanının sıcakkanlı olması da çok büyük etkenler içerisinde. Biz de İAÜ olarak bugün 84 farklı ülkenden 4 bin öğrencimize ev sahipliği yapıyoruz.   Gerçekten Türk üniversiteleri iftiharlar söyleyebiliriz ki onur ve gurur duyabileceğimiz seviyedeler” şeklinde konuştu.

ALTIN ÇAĞI YİNE YAKALARIZ – Karadeniz-09.07.2017-s. 6

Dr. Mustafa Aydın İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı

Trabzonlu bir eğitim gönüllüsü olarak, doğduğumuz topraklarda yapılan böylesi değerli ve anlamlı bilimsel etkinliklere her zaman destek veriyoruz. Bu etkinliğin özellikle Trabzon’da gerçekleştirilmesinde emeği olan ve bir tuğla koyan herkesi yürekten kutluyorum. Bilimsel düşünce tarzı, bilimsel yaklaşım, “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma” hedefimiz olmalıdır. Bunun için yapmamız gerekenlerden biri de bilimsel hafızamızı sürekli tazeleyerek, insanlığa büyük hizmetler etmiş olan Türk ve Müslüman bilim insanlarını, onların çalışmalarını hatırlamak ve onlardan feyz almaktır. Bilimin rehberliğini, yerel, bölgesel ve evrensel değerlerle bir araya getirerek yeni bir anlayış geliştirir, yeni bir senteze ulaşabilirsek, geçmişimizdeki altın çağı tekrar yakalamak mümkün olacaktır.

YETERSİZ OLAN TÜRKÇE DEĞİL BİZİZ – Kayseri Gündem-02.01.2017-s. 1

“TDK FABRİKA GİBİ ÇALIŞMALI”

Son olarak söz alan İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın ise, ünlü yazar Attilâ İlhan’ın “Bir sözcük, ülkenin en ücra köyünde bile anlaşılabiliyorsa, o sözcük Türkçe’dir” ifadeleriyle başladığı konuşmasında “Türkçe’yi sadece batı dillerinin değil, doğu dillerinin de boyunduruğundan kurtarmamız gerekiyor. Tabii bu noktada konuya hem bilimsel, hem de gerçekçi yaklaşmak gerekiyor. Yani dile yerleşmiş, herkesin anladığı yabancı kelimelerle bir mücadelemiz olmamalı. Öte yandan eski dili yeniden gün yüzüne çıkarıp yeni nesle öğretmeye kalkmak ya da o dile dönmeye çalışmak da doğru bir yaklaşım olmaz. Türk Dil Kurumu bu konuda adeta bir fabrika gibi çalışmalı. Olabildiğince çok kelime türetmeli. Son kararı da halk verir zaten. Aksi takdirde dilimize yazık ederiz” şeklinde konuştu.

SOSYAL MEDYANIN ETİK SORUNLARI İAÜ’DE TARTIŞILDI – Mersin Kadın Gazetesi-22.02.2017-s. 8

“YALAN YANLIŞ BİLGİLER KAMUOYUNA SUNULUYOR”

İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın, “Çağımız bilişim ve bilgi çağı. Artık her mecrada bilgiye çok rahat ulaşılabiliyor. Fakat bilgiye ulaşılırken ulaşılan bilgi değil de o ulaşıla bilginin başına ve sonuna bir takım ilaveler yapmak suretiyle hatta asılsız bilgileri kullanmak suretiyle yaygın bir halde bunun kamuoyuna dağıtıldığını görüyoruz. Bu paylaşım araçlarından önemli bir tanesi de sosyal medyadır. İnsanlar artık birtakım etik ve ahlaki değerlere bağlı kalmaksızın, kamuoyunda farklı bir algı oluşturmak için çoğu zaman aslı astarı olmayan veya bilgiyi tamamen farklılaştırarak veya bilginin rengini değiştirerek kamuoyu yönlendirilmeye çalışılıyor. Bu da çoğu zaman o bilginin merkezinde oturan insanı mağdur duruma düşürmekte, onun özeline ve mahremiyetine müdahale edilmekte ve gerçekten onunla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir takım olaylarla ilişkilendirilerek o insanın kamu nezdinde itibarının düşmesine ve zarar görmesine neden olmaktadır. Tabi ki de sosyal medya ve iletişim araçları kullanılmalı.” diye konuştu.

KÜLTÜRÜMÜZÜN YAPI TAŞLARINA İKİ GÜNLÜK SAYGI DURUŞU – Milliyet-05.03.2017-s. 8

Köprülü ve Yesevi Ruhu Canlı Tutmalıyız

Dr. Mustafa Aydın İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı

Bu coğrafyayı bize vatan kılanlara sahip çıkmak zorundayız. Çünkü bu coğrafyada gözü olanlar öncelikle bu coğrafyadaki insanları kimliksizleştirmek suretiyle emellerine ulaşmak isterler. O halde biz de kimlikli bir millet olmak zorundayız İşte Ahmet Yesevi ile Orta Asya’dan çıkan o damar, hoşgörüsüyle, insanlık sevgisiyle Balkanlar’a kadar uzanan bir felsefeyi hayata geçirdi. Yesevi’den Fuat Köprülü’ye kadar gelip geçen isimler de bu coğrafyayı hoşgörüyle yoğurarak kimlik sahibi yaptılar. Bunu canlı tutmamız lazım.

 

background

Twitter'da takip edin

Haberler, güncellemeler ve bilgilendirmeler için takip edin.

  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image
  • Image

Instagram'da takip edin

TAKİP ET @profmustafaaydin